21 Aralık 2010 Salı

Galata'da şarap butiği : Sensus




Memleketimde hep görmek istediğim ama bir türlü eşine rastlayamadığım güzel bir şarap butiği.

Alameti farikası ise sadece yerli üretim şarap ve peynir satıyor olması. Doğrusu bu kararlı duruşlarından ötürü kendilerini kutlamak isterim. Kendi ürettikleri ve hayli ucuza sattıkları şaraplarını (ventus) deneyemedik. Sanırım 8,90 lira gibi oldukça uygun bir fiyat konmuş. Butiğin özenini görünce ürettikleri şarabın da kötü olmayacağını düşünüyor insan.

Şimdiye kadar dışarıda daha uygun fiyata şarap içmemiştim. Fiyatların kabaca migros fiyat + %10/15 olduğunu söyleyebilirim. Selendi kupajı içtik. Parekende fiyatı 40 lira, sensus'da oturup içtiğinizde ise 55 liraydı. Atmosfer de hoş olduğu için "bir daha ne zaman geliriz" diyerek ayrıldık mekandan.

Olumsuz tarafı yok muydu diyeceksiniz, hizmetten çok memnun kalmadığımı itiraf etmeliyim. İki tane 7-8 kişilik büyük masa, bir tane de küçük yuvarlak masa koymuşlar. Yuvarla masa doluydu, büyük masalardan birisi boşken diğerinde ise iki kişi vardı. Bizi bara almak istediler. Dedim ben barda oturmam. Dediler büyük masa rezerve sizi diğer çiftin masasına alalım. Tamam dedik. Tahmin edeceğiniz gibi orada bulunduğumuz iki saat içinde büyük masaya kimse gelmedi. Tabii insan aldatılmış hissediyor kendisini. "Aman kalabalık gurup gelir" diyerek masayı boş tutmak istemelerini anlıyorum ama kalabalık gurup gelmediği gibi, bizi de kaçıralabilirlerdi, yarın öbür gün biz de kalabalık bir gurup olabilirdik, vs vs...

Bu kadar güzel ve özenli bir mekan açıyorsunuz ama işte ufacık bir davranış sorunu müşteriyi nasıl küstürebiliyor. Ne zor iş. Ama ne kadar çok yapmak istediğim bir iş, anlatamam...


http://www.sensuswine.com/index.html

28 Temmuz 2010 Çarşamba

mükemmel tiramisunun peşinde


öncelikle şunu söyleyeyim, sevgilim bu işi kıvırdı. tiramisunun güzeli kapta olur, keki az, kreması çok olur dedim, bir seferde kotardı. yakında tarifini ve kendi çektiğimiz fotoğrafları buradan vereceğiz.

sevgilerimle.

27 Temmuz 2010 Salı

Arnavut böreği


durduk yere canımı çektiren, hamile kadın gibi aş erdiren börektir beni.

bazen diyorum arnavut börek evi gibi bir şey mi açsam. yirmibeş metrekare falan olması yeterli. daha çoğunu ne yapayım? kenara bir yere renk renk kompostolar dizerim. evet. çünkü iyi gidiyor arnavut böreği ile. ayran da iyi gidiyor gerçi. ama o kadar çok türlüsü var ki, bazısına ayran, bazısına komposto daha iyi gidebiliyor bence. mesela yoğurtlusu vardır bu böreğin. pişerken yoğurt kesilir, peynir gibi olur. ama sonuçta peynir de değildir. peynirli yapsan peynir kurur. o yüzden ben zaten peynirli böreği pek sevmem. ama yoğurtlu arnavut böreği bir başka olur. hatta belki de gelenesel tarifi birazcık da olsa ileri götürebilirim. mesela kavrulmuş dometes kurusu ve azıcık fesleğen eklesem... kim karışabilir ki? işte mesela bu böreği ayranla içmek güzel olmaz. yani bir kayısı kompostosu ile birlikte içmenin zevkini kesinlikle vermez. ayran ile gidenleri pırasalı, etli ve domatesli börek. pazı da olur. evet. ıspanak da olur. ama mesela bir kabaklı arnavut böreği, of ya ağzım sulandı şimdi, evet bir kabaklı arnavut böreği tatlı gibi olduğundan, şimdi tekrar düşününce belki bunun hamuruna tuz da koymamak gerek, evet, mayhoş kompostolarla iyi gider. siyah erik gibi. allahım sen benim aklıma mukayet ol. harika gider. evet. yirmibeş metrekare bir dükkan. allah'ım sen bu deli kuluna hakim ol. kendimi düşünüyorum. bir yandan kat kat açıyorum yufkaları. bu arada hayatımda hiç açmadan ama olsun. neyse. kat kat açıyorum yufkaları. üstüm tepeden tırnağa beyaz. kafamda aşçı şapkası ama espiritüel bir şapka. sembolik olarak yani. küçük versiyonu olabilir. ve börek açıyorum. küçük tepsilere koyup çeşit çeşit pişiriyorum. küçük yapıyorum çünkü ne kadar taze ise o kadar güzel ya, işte o yüzden. evet. bir de tatlı uydurmam lazım. yine bizim geleneksel mutfaktan mı olsa? tatlı var mı bizde ya? bilemedim. belki de yine böreği içine malzeme koymadan, daha ince ve sıfır tuzla pişirirsem, üstüne babanemin yaptığı olgun incir reçeli ve az kaymak. evet olur. olur mu olur. börek tiplerine de ailedeki kadınların isimlerini veririm. nevin, semiha, kerime, semra... olur. olur bu iş kanka.

dur istifa edip geleyim. yaktın beni arnavut böreği.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

İyi kandiller


Üzüm yiyelim :)


25 Temmuz 2010 Pazar

Dünyaya "roze" bakmak...


Gusta dergisindeki roze reklamlarında roze şaraplar biraların önünde fotoğraflanmıştı. bu demek oluyor ki roze, sıcak yaz günlerinde pazarı biraya kaptıran şarap üreticilerinin son zamanlarda kuvvetlenen bir kozu. hatta ve hatta 20-30 yıl içinde roze satışlarının kırmızı satışlarının dahi önüne geçeceği iddiaası var. bilemiyoruz.

bilebildiğimiz şey ise sıcaklarda gerçekten de çok güzel gittiği. karaftaki duruşu, kadehe doluşu, damaktan akışı... şu anda bunları yazarken ptesi sabahı sekiz buçuk saat ve birisi elinde buz gibi rozeyle odama girse ALLLAAHHH diye bağırıp bir kadehi götüreceğim. alkolizm belirtisi mi? değil vallahi değil. aynı kişi kırmızı şarapla gelse içmem. beyazı zaten içmem. şaraptan başka bir şey katiyen içmem!

şişeleri önce öldürdükten sonra fotoğrafını çektik. evet yani bunlar gerçekten de içildi mesajını vermek için. villa doluca migros'ta 21, büyükada'da 2o liraydı... verano ise migros'da 26, büyükada'da 24 liraydı! gerçekten de şaşırtıcı fiyatlar. daha aromatik olan cabernet-öküzgözü karışımı olan verano + 4lirayı hak ediyor. etiket tasarımı da oldukça seksi. ben yazın sonunu bu iki roze ile getireceğim sanırım.

arz ederim

Şarap şişesi tasarlamaca...


Şarabın kalitesi hakkında bir fikrim yok fakat avusturalya markası olan "killibinbin" in etiket tasarımları gerçekten çok başarılı.

Bu arada eğer fırsatınız olursa avusturalya şirazına bir şans verin. adamlar mezepotamya çıkışlı şiraz üzümünü milli üzümleri yapıp dünyaya satmaya başardılar. acaba iran'ın bu pazarda olmamasının kendilerine ne kadar büyük bir kaybı vardır? belki de mezepotamya bağları, yeşermek için petrolün bitmesini bekliyorlardır...

bu da killibinbin'in resmi sitesi.

18-25 lira aralığında lezzet başka bir şey, kalite başka...


doğru dürüt bir iki yıldır şarap içiyorum ve bir şekilde doluca ve özellikle dlc serisi tüketirken buldum kendimi. doğrusu fazla da bir seçeneğim yoktu. haftada 3-4 kere içtiğim akşamlar olduğundan 25 lira bile benim bütçemi zorluyor. dolayısıyla aldığım şarap 18-25 lira arasında olmalıydı. yerli şaraplarda bu fiyat aralığında terra denedim, beğenmedim. bir ara elime hediye turasan şaraplar geldi. çok beğendim ama onlar da +35 sınıfındaymışlar. arada bozcaada'ya gittim. çamlıbağ'ın 15 liralık merlot'su fena değil ama ama lezzeti çok kısa. şarap daha mideye gitmeden tad dilinden uçuveriyor. işte bu arada maddi durumumda küçük bir sarsılma oldu ve tükettiğim şarap fiyatını ister istemez daha da ucuz bir aralığa çekmek durumunda kaldım. bu arada dikmen ile güzel günlerimiz oldu. 1 lt dikmen'e 11 lira veriyordum ve lezzeti kesinlikle çok iyiydi. fakat son dönemde şöyle bir şey öğrendim. lezzet, kaliteye eşit değildi... çünkü son 4 dikmen içişimin ertesinde 3 kere şiddetli baş ağrısı ile uyanmıştım. dikmen'i suçlamak istemezdim ama başka bir sebebi olamazdı. son bir haftadır buzbağ elazığ öküzgözü (15 lira) sevilen merlot (16 lira) ve kavaklıdere ve doluca rozeler (20-25 lira) denedim. bir şişeden fazla içtiğim günler olmasına rağmen ertesi günü zımba gibi kalktığıma göre belki de en iyisi bir süre dikmen'e ara vermek diye düşünüyorum.

üzgünüm dikmen...ama sağlık lezetten önce gelir...

Hellim-Sucuk ŞİŞ







Hellimleri küp küp kestik, küçük de sucuk parçaları. Çeri domates, çarliston biber. Şişe taktık, elektrikli grilin üstüne bıraktık. Bütün bu süreç 15 dakikayı ya aldı ya almadı. Pişmesi de en fazla o kadar. Ev yapımı ekmeğimiz de vardı, domates kurusu ve zeytinli. Lavaşa mı sarsak dedik ama ekmeğimiz ve hellim-sucuk şişlerimiz mükemmel uyum gösterdi. Yanına da son bir haftanın sıcaklarında harika giden doluca rosemizi içtik.

Bundan daha güzel bir yaz akşamı olamaz.



20 Temmuz 2010 Salı

Alt sınıfın bıçkın delikanlısı : "Dikmen"


Dana pirzola postunda bahsettiğim üzere, -ayıptır söylemesi- ete biraz fazla masraf yapınca dedim ki inceldiği yerden kopsun, şarabı da güzelinden içelim. Şimdi güzelinden deyince kastım şu oluyor, son zamanlarda önce maddi durumdan ama sonra tadını çok sevdiğimizden ötürü Kavaklıdere Dikmen'e geçmiştik. Dana pirzola'ya daha iyisi yakışır diyerekten Sarafin Merlot aldım.

Şimdi ukala şarapçıların itirazlarını duyar gibiyim. O ete en azından bir cabernet-merlot kupajı almalıydın diyeceksiniz. Olsun kardeşim benim canım merlot çekti yani hayret bir şey!

Sadede geleyim. Etimiz pişerken sevgilime ve bana birer kadeh Dikmen doldurdum. Maksadım açılışı Dikmen ile yapıp sonra Sarafin Merlot'ya geçip ortamı coşturmak. Fakat ilginç olan şu ki, 1 litresini 11 liraya aldığımız Kalecikkarası bazlı Kavaklıdere Dikmen, 0i75 litresi 43 lira olan Sarafin Merlot'ya kesinlikle ezilmedi. Hatta bence Sarafin'in tek artısı damakta Dikmen'den biraz daha uzun, biraz daha kalıcı bir lezzet bırakmış olmasıydı. Daha önce aynı testi DLC öküzgözü ile de yapmıştık ve Dikmen bu kıyaslamadan yine kafası dik, göğsü dışarıda ayrılmıştı.

Özet olarak Dikmen Sarafin'den iyidir diyemeyeceğim tabii ama ortada caaanım Dikmen varken Sarafin'e 43 lira vermek için biraz saf olmak lazım. Budur.

not: resimdeki nostaljik şişe çok hoşuma gitti. keşke elimde bir tane olsaydı...

Dana pirzola


Çok pahallı. Allah'ım ne pahallı hem de. Hele ki Günaydın'dan alıyorsan. Ama işte bir keresinde büyük adadaki KöşkOrman Otel'de yemiştik. O gün bugündür aklımızdaydı. Otel'in sahibi Cem Bey (ulan iyice Hıncal Uluç & Ayşe Özyılmazel eksenin kayıyor dikkat!) eti Günaydın'dan alıyorum ben, her şeyin en iyisini alıyorum demişti. Kısmet geçen haftayaymış.

Günaydın'dan iki parça dana pirzola aldım. Sizi bana büyükada'dan Cem Bey tavsiye etti dedim. Kasaplar Cem Bey'in ismini duyunca gözleri parladı. İnsan sevgisi ile doludur Cem Bey dediler. Etlerin her birisi 370 gram olsun istermiş. bu konuda titizlikle ısrar edermiş. Böyle işletmeci bulmak gerçekten de zor. Neyse. Biz şimdilik kendi deneyimimize dönelim.

Günaydın'daki kasapların yönlendiriği üzere, tavaya biraz tere yağı koyup ateşi harladık. yağ kızdığı zaman da etleri attık. Beş dakika sonra etleri çevirdik ve bir beş dakika da diğer tarafını ve gerçekten de toplam on dakikada kalın, dövülmemiş pirzolalarımız pişmişti. Ha bu arada tavaya biraz da sarımsak dilimleri attığımızı hatırlatayım.

Tadım kısmına gelecek olursak... Gerçekten çok iyiydi. Dışı tam kıvamında pişmişti ve içi sulu ve yumuşaktı. Eğer etin içinin yumuşak olmasını sevmiyorsanız, kesinlikle bu eti denememek gerekir. Boşuna ziyan etmeyin. Bir daha ki pişirmemizde daha faklı ne yapılabilir diye düşündüğümüz zaman şu notları aldık;

teriyaki sos bu et türüne çok güzel gidebilir. yine ballı hardallı sos yumuşak etlerle çok güzel gidiyor. denenebilir.

şarap için ise ikinci bir post atacağım birazdan.

6 Temmuz 2010 Salı

çırpılmayı bekleyen yumurtalar


çikolata,
çilek
ve
vanilya kokuları
hayal ediyorum sevgilim,

çırpılmayı bekleyen yumurtalar,
serpilmeyi bekleyen fıstıklar
ve
bahçedeki ağacımızda
toplanmayı bekleyen limonlar,
sevgilim,
hepsinin ortasında da
seni hayal ediyorum,
tüm kokuları içine çekmiş,
ve bütün renkere bürünmüşsün,
sevgilim...

mutfağında faren olsam, ister misin?

28 Haziran 2010 Pazartesi

Sedat Milor




fotoğrafta "keyif ve saire" kadrosuna katılan yeni arkadaşımızı görüyorsunuz. sedat milor
(sağdaki) (soldaki fuat saka)

sedat bey birbirinden keyifli yazılarla yakında burada.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Kola-fanta-sprite?

Öyle sanıyorum ki hayatımda gördüğüm en sefil şarap menüsü. Mekan anadolu yakasında mantar gibi türeyen "benzin" isimli pub'un kadıköy şubesi. şarabı "kola-fanta-sprite" ruhsuzluğunda menüye koymak da ancak bizim memlekette olurdu herhalde. Şarap da satmayıver kardeşim... Yani bu kadarına yuh!

20 Haziran 2010 Pazar

87 +


Nedir?

Şudur, tartıda kendi rekorumu kırmış olduğumu gördüm az evvel...

Sevgilim bu not sana, bana çok iyi bakıyorsun gerçekten ama belki de biraz taş kalpli mi olmalısın?

Hayır hayır olma lütfen. Sen bu kadar güzel şeyler yapmaya devam et, ben daha çok spor yapacağım söz...

Bu arada triamisular için cumartesiyi beklemeyelim bence. peynir bozulur falan. çarşambadan yapalım. ne dersin?

Türkiye'nin en iyi kırmızı şarapları?


Vedat Milor'un yazısı beni gerçekten çok mutlu etti. O yorumları yapabilecek kadar bilgim olmasa da, demek ki ben de bir şeylerin farkındaymışım diyebildim kendi kendime.

İşte o yazı!

Bu da kafası karışık bir tüketici olarak benim geçen hafta yazdığım bir post;

Yerli şarabı özet geçiyorum,

onlarca marka, yüzlerce ürün ve kalite ile hiç alakası olmayan bir fiyat skalası. tüketiciye o kadar büyük saygısızlık var ki, yerli şarabı tamamen bırakasım var. fiyatlara yetişemiyorum.

Bu arada bu da Vedat Milor ve testi yapan ekibin listesi;

2006 Corvus Corpus-87.2
2008 Kavaklıdere Pendore Boğazkere-86.8
2005 Corvus Cruturk-86.2
2004 Kavaklıdere Prestige Boğazkere-86
2007 Sevilen Centum Shiraz-85.6
2008 Kavaklıdere Pendore Öküzgözü-85.4
2008 Kavaklıdere Pendore Syrah-85.2
2008 Melen Manastır Syrah-85.2
2007 Sevilen 900 Cabernet Sauvignon-85.2

Yazıyı okursanız şu lafa özellikle dikkat;

Maalesef ülkemizde fiyat konusunda da herhangi bir standart gelişmiş değil. Yani fiyatları belirlemede kaliteden çok işin reklamı ön plana çıkıyor. Fiyatı 20 TL’nin altında olan bir şarabın 100 TL üstü şarapların çoğundan yüksek puan alması bize bunu düşündürttü.

Pekiyi, fiyatı 20 liranın altındaki iyi şarap hangisi olabilir? Benim adaylarım sevilen merlot ve corvus karga. Her şeyi denemedim ama ucuza meyilli olduğumdan ötürü, bu gurubu üst guruptan daha iyi biliyorum elbette...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Karga


Yorgun ve tedirgindim. Sevgilim beni sevmeyecek diye korkuyordum. Neden, çünkü ben kendimi pek sevmiyordum ve bunu anladığı zaman o da beni sevmeyebilirdi. Sevmese hakkıydı. Hislerimi saklayamadığıma göre... Birden bire kendimi sevemeyeceğime göre...

menü geldi. uzun zamandır corvus denemek istiyordum. param en ucuzuna yetiyordu. ama belki çok param olsaydı da onu seçerdim. corvus-karga'yı yani. evet. öyle yaptım. "karga" istedim.

sevgilim "ben bugün içmek istemiyorum" dedi. neden ki? yoksa beni sevmemeye mi başlamıştı? daha da dertlendim. hızlıca içtim ama tadını kaçırmadım. "en ucuzu böyleyse, diğerleri nasıldır?" diye düşündüm. içtikçe dilimin ucuna takılan kelimeleri zapt edememeye başladım.

"SEVMİYORUM KENDİMİ! KENDİMİ SEVMİYORUM!" diye bağıracaktım göğsümü yumruklayarak. ve sevgilimin ondan bir şey sakladığımı anlaması uzun sürmedi. ama ben demedim. hiç bir şey demedim.

hiç bir şey demedim sanıyordum, meğersem demişim. demişim ki, "ben kendimi sevmeden, senin beni sevmen mümkün değil..."

bence iyi kurtarmışım. belki de biraz haksızlık etmişim. kara bir kargaydım ben o akşam, gözleri pişmanlık ve sevgi dolu. kargalar bazen çok sevilesi olurlar. işte öyle bir akşamdı.

8 Haziran 2010 Salı

Ne kadar eder?


Babam sağ olsun, almış getirmiş.

Oturduk içtik.

Avusturalya'dan daha ucuza gelen ortalama fiyattaki şirazlardan daha mı iyi, emin olamadım. bakın "değildir" demiyorum. Uzman değilim, yeni öğreniyorum.

75 lira eder mi, etmiş...

Sevgilimle benim "ayda bir kere güzel şarap içelim" sınıfımıza fiyat olarak giriyor ama en fazla bir kere alırız. Üzgünüz.

Bir de bu şarabın fiyatının istanbul'daki lüks lokantalarda 185 liraya kadar çıktığını öğrendim. "Yavaş aslanım yavaş" demek istiyorum. Bu fiyatlara doluca nasıl razı oluyor, anlayamıyorum. İnsanlar içemesin diye konmuş bir fiyat adeta. Kınıyorum. Şarap aşıklarının desteklenmesini istiyorum.

Uygun fiyatta kaliteli şarap istiyoruz, HEMEN! Bizi yurt dışına çıkan arkadaşların yalakası yaptınız.

Nedir bunlar?



ham ceviz... peki ne işe yararlar? ceviz tatlısı olurlar. yani umarız ki... ilk denememiz olacağından ötürü sonuçları kestiremiyoruz. ama bu işinde hikayesi var tabii, şu şekilde;

büyükada'da yürürken gözüme bir ceviz ağacı takıldı. "ceviz mevsimi neydi?" diye sordum kendime. hafızam beni yanıltmıyorsa ekim ayında falan, çocukluğumun geçtiği acıbadem'deki ceviz ağaçlarına dalardık. o zaman bu gördüklerim, evet... evet evet.. ham ceviz olmalıydı ve ceviz tatlısı için cevizin ham olarak toplanması gerektiğini öğreneli çok olmuştu.

PEKİ NE DURUYORDUM?

tatlı yapmak için ceviz toplama tarihini bilmediğim için, sadece bir tane koparıp deneyelim dedik. fakat sonra öğrendik ki, ceviz tatlısı yapmak için cevizi 1-20 haziran tarihleri arasında toplamak uygunmuş .dayanamadık, bir haftadır gördüğümüz her ceviz ağacana dalıyoruz. şu ana dek 30 küsür ham ceviz var evde. hedefimiz 100+.

sonuçları anlatacağız. iki hafta içinde...

son olarak buradan kargalardan ve çingenelerden özür diliyoruz. cevizin en iyi müşterisi onlar çünkü ve benimkisi bir nevi onlardan çalmak. kusura bakmasınlar. ben de seviyorum yani...

3 Haziran 2010 Perşembe

Cabernet Sauvignon




boşalan şişesinin içinden bir kadın çıksaydı mesela,
lambanın cini misali ama tabii çok daha güzeli...
esmer, kara, kalın ve çatık kaşlı,
kalçalı,
memeli,
baktığında çocuk yapmak istediğin,
kodumu oturtan bir kadın olurdu.

severdim onu da,
şarabı sevdiğim gibi.

White russian : episode - III -



konumuzla bir alakası yok biliyorum. ama gerçekten white, gerçekten russian. google öyle diyor...

2 Haziran 2010 Çarşamba

White russian : episode - II -


Knox Harrington: So you're Lebowski. Maudie's told me all about you. She'll be back in a moment, sit down. Would you like a drink?
The Dude: [as he sits down] Uh, yeah. White Russian?
Knox Harrington: The bar's over there.

***

İzlemeyen kalmamalı!

Papazkarası


Uzaktan bir kız "naber yaa" diyor. Ama tanımıyorum. Bana mı diyor, yanımdaki kızlardan birine mi diyor anlamıyorum. "Allah'ım inşallah bana demiyordur" diyorum. Çünkü hiç mi hiç hatırlayımıyorum.

Bir şarkı yazıyorum kafamdan şu şekilde ;

Üç kadeh papazkarası.
Çok değil biliyorum
ama çabuk sarhoş oluyorum.
Üç kadeh papazkarası.
Şaşı papaz gibi bakıyorum.

Kız yaklaşıyor. İnşallah bana gelmiyordur, diyorum. Yanımdakiler de anlamıyor kime geliyor diye. Fakat kız geliyor, tam karşımda duruyor.

"Naber Kerem efendi? Diyor.

Üç kadeh papazkarası.
Çok değil biliyorum

Ben tanımış gibi yapıp zaman kazansam mı yoksa doğrudan "ya kusura bakma çıkartamadım" desem mi diye düşünürken kız durumu fark ediyor. "Tanıyamadın mı" diye gülüyor.

ama çabuk sarhoş oluyorum.
Üç kadeh papazkarası.

Elimdeki kadehi gösterip özür diler bir ifade takılıyorum. Ama şarap yüzünden değil biliyorum.

Çok büyük bir kötülük yapıyor bana, kendisini tanıtmadan geri gidiyor. Gecemin de içine ediliyor. Tam bir saat boyunca düşünüyorum nereden tanıştığımızı. Bir saat sürüyor, nereden biliyorsun derseniz, o yaklaşırken saatim "bip" etmişti. İkinci kez "bip" ettiğinde hatırlıyorum nereden tanıştığımızı. Gururla yanına gidiyorum.

Üç kadeh papazkarası.
Çok değil biliyorum

"Özlem," diyorum. "Naber?"
"Ne kadar çok kilo vermişsin, ancak profilden çıkartabildim seni" (yalandan kim ölmüş)

Mecburen iki üç laflayıp yerime dönüyorum. Aklımda o gecenin şarkısı, sözlerini çevirip çevirip dinliyorum;

Üç kadeh papazkarası.
Şaşı papaz gibi bakıyorum.

***

not; mehmet yalçın'dan papaz karası yorumu

Sideways...



Beni şaraba başlatan film. Aslına belki de ilk post bu olmalıydı. Filmden sahneler ve fotoğraflar ve elbette pinot noir muhabbeti bizlerle olacak...

1 Haziran 2010 Salı

White russian : episode - I -



Süt,votka,kahve likörü... Bir araya gelmeyecek bir üçlü gibi duruyor ama kazın ayağı öyle değil. Geliyorlar. Ama aslında belki de bir araya gelmemeliler. Neden, çünkü süt, votkanın alkol tadını siliyor biraz. Yatmadan önce içilecek sakin bir akşam içkisi sanıyor insan içerken. Ama öyle değil. Hiç de sakin değil. Başımdan geçen kısa bir hikayeyi anlatayım;

Olabildiğince kısa sürede olabildiğince çok white russian içtim. Bu zaman/adet durumları gayet göreceli, o yüzden buraları geçelim.

Taksimdeydim ve Bostancı'ya gitmem gerekiyordu. Fakat Taksimdeki dolmuş durağına geldiğimde eve gidemeyeceğimi anladım. Taksim parkına gidip biraz yatayım, kendime gelince giderim dedim. Parka gidip yattım. Fakat uyandığımda göztepede bir bankta yatıyordum? arada kendimi teleport mu ettim, taksim'de yatayım derken zaten göztepe'de miydim? madem göztepe'ye vardım, neden eve gitmedim? geride de bu cevapsız sorular kaldı...

***

white russian
tarifi

ekşi sözlükten white russian deneyimleri

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Ekmeğin pişmesini beklerken...



Acıktım. Hem de çok acıktım ve ben bu kadar acıktığımda meme vakti geçmiş bir bebekten de huysuz oluyorum. Sanki o an hemen bir şey yemeye başlamazsam kısa süre sonra erimeye başlayacakmışım gibi geliyor bana. Vücudum geri dönüşü olmayacak bir tahribata uğrayacak gibi hissediyorum! Abartıyorum sanıyorsunuz. Belki sadece biraz.

İşte böyle çok aç olduğum bir öğleden sonraydı ve dünyalar tatlısı sevgilim yeni aldığımız ekmek makinesinde ekmek yapmak istediğini söyledi. "Ne kadar sürer?" dedim. "Üç saat" dedi.

Üç saat mi?!

Onu kıramazdım. Gerçekten. Hem kırmak da değil yani, ekmek konusunda o kadar coşkulu, o kadar heyecanlıydı ki bu çocuksu sevincin önüne geçemezdim. "Hayır ama ben çok açım hemen yiyelim, ekmeği sabaha yaparsın" gibi bir çıkış yapamazdım. Hem çok iyi biliyorum ki ben bu kadar heyecanlı olsam, o da benim için bu kadarcık fedakarlığı seve seve yapardı.

Pekiyi dedim sevgilim, o zaman ben alış-veriş yapmaya gideyim. Bisikletime atlayıp adanın çarşısına indim. Dedim yemek vaktine kadar biraz meyve falan yiyelim bari. Dönüşte ana yemekten öncesi için bu sofra kuruldu işte.

O akşam için de sponsorumuz Turasandı. Bu içimi çok rahat olan beyaz şarabın %12 alkol içerdiğine inanmak gerçekten çok zor. Ancak içip bitirdikten sonra dedik, "evet, bir şişe içtik yahu!" diye.

Ekmek mi? Harika olmuştu.

30 Mayıs 2010 Pazar

Mariachi vardı, nerede o?



+ Sevgilimmm! Mariachi aldım!!!
-Aaa! Black mi yoksa hem de?
+ YOk black bulamıyorum ya nedense? Ben de çok beğenmiştim aslında ama..
-Ama ben kahve içecektim şimdi...
+O zaman seninkini buzluğa koymayayım mı? Hellimler kızarana kadar buzlukta tutacağım ben
-Bilmem ki... Kahveden sonra içerim belki..

(fotoğraf diyalogdan yaklaşık olarak 24 saat sonra çekildi. yazık oldu mariachimize :) )